Kayıtlar

Ayşe'nin Notlarından

 • Nuri Bilge Ceylan'nın “ Mayıs Sıkıntısı “ filminde çocuk oyuncu babasından müzikli saat istemektedir. Babası düşürüp kıracağını söyleyip almamaktadır. Halası da çocuğa bir yumurta verir eğer 40 gün kırmadan cebinde taşırsa babasını saat almaya ikna edeceğini söyler. Halasının kasabada film için çalışmalarda bulunan yönetmen oğlu ona şöyle der : "Ali sen bunu kaynatıp taşırsan kırılmaz " der. O da "olmaz hilelik olur " der. Çocuğun istediği anda kendisine saat alınmasıyla, böyle sorumluluk aşılayan bir imtihandan sonra saat alınması arasında Dünyayı algılama ve zamanı kavrama kadar fark var. Bizler günümüzde ne yapıyoruz Çocukların her istediğini alıyoruz. Aldıklarımızdan çabucak bıktıklarında ya da arızalandığında yenisini alıyoruz. Çocuklar eşya tasarrufunu öğrenemediği gibi hayata dair önemli algılardan yoksun kalıyorlar. Örneğin tutumluluk , yetinmek , çabalamak,bir şeyler elde etmek için sabırla beklemek gibi..

BAKMAK ve GÖRMEK

 BAKMAK ve GÖRMEK.... Karamsar yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür,gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve de gelecek treni görür. Zenginlik ve şeref herkesin istediği şeylerdir. Eğer bunlar doğru bir yolda kazanılmazsa çabuk kaybedilir. Karakter ağaç ise, şan ve şöhret de o ağacın gölgesi gibidir. Hep gölge düşünülür, oysa ki hakikat ağacın kendisidir. Başkası düştüğü zaman çürük tahtaya basmasaydı deriz, kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük olduğundan şikâyet ederiz. Cesur ve atak ol. Geriye dönüp baktığında yaptığın değil, yapmadığın şeyler için pişmanlık duyacaksın. Eğer Allah istediğimiz her şeyi vermiş olsaydı, elimizdeki en büyük mükafatı almış olurdu;işi başarmanın zevkini. Kararlılık keskin bir bıçağa benzer, keskin ve düzgün keser, kararsızlık ise kör bir bıçak gibi kestiği her şeyi parçalar ve yırtar. İnsanoğlunun en büyük zayıflığı, hayattayken insanlara onları ne kadar sevdiğini söylemekte tereddüt etmesidir. İdeal denen şey bir yıldıza benzer,...

Hoşgeldin Ya Şehri Ramazan

Ramazan; Gönül kapılarımızın aralandığı, sevginin ve şefkatin yoğunlaştığı,kişinin kendi iç dünyasında muhasebesini yaptığı, nefis terbiyesine fırsat bulduğumuz,tefekkürün yoğunlaştığı,sabrın ve şükrün idrakının zirve yaptığı,inananlar için  ortak bir zaman dilimi,derîn bir mübarek yolculuktur.Bir rahmet mevsimidir. Elbette gayemiz sadece bedenimizin yemeden içmeden kesilmesi değildir.Ramazan ile buluşmak ,oruç tutmakla, ruhumuzu da kötü alışkanlıklardan, bencillikten uzaklaştırmak ve gafletten uyandırmaktır. Bu rahmet mevsiminde; yüreklerimizi bir edip paylaştığımız her lokma ile muhabbetlerimizi artırmak,yaradanın rızasına giden yolculukta, sabır ve tevekkül ile gönüllerimizi bir tutmaktır. O halde bu mübarek ay, Ramazan Şerif ; hem sevginin hem sabrın, hem şükrün, hem de birliğin ayıdır. İnsanlar bir arada oldukça bu alemin Birliği sadece sofralarda değil kalplerde de derinden hissedilir.  Bu ay da hep birlikte Hak'tan yana, Hak'ka yakın olmaya çalışırız. Tüm İslam alemi ba...

GÜLÜMSE..YOLCULUK ÇOK KISA..

TEBESSÜM ET VE GÜLÜMSE ÇÜNKÜ YOLCULUK ÇOK KISA........... İhtiyar bir hanım otobüse bindi, koltuğuna oturdu. Sonraki durakta genç, hareketli ve biraz da asabi bir kadın bindi otobüse ve yaşlı kadının yanına oturdu. Torbaları elinde çok yer kaplıyordu. İstemeden yol boyunca torbalar ihtiyar kadına çarptı. Canı yanan ihtiyarın sessiz kaldığını görünce genç kadın, yaşlı kadına bu kadar sakin kalabilmesine şaşırdığını söyledi. İhtiyar kadın gülümseyerek “Kaba olmaya ya da ehemmiyetsiz bir şey için münakaşaya, kalp kırmaya değer mi ? Çünkü senin yanındaki yolculuğum çok kısa... Bir sonraki durakta zaten ineceğim..." dedi. Bu cevap altın harflerle yazılmayı hak ediyor: ′′ Bu kadar ehemmiyetsiz bir şey hakkında tartışmaya lüzum yok, çünkü beraber seyahatimiz çok kısa..." Her birimiz, bu dünyadaki zamanımızın ne kadar kısa olduğunu anlamalıyız ki kavgaların, yersiz tartışmaların, kıskançlıkların, başkalarını affetmemenin, memnuniyetsizliğin ve devamlı şikâyet etmenin boş zaman ve e...

Öyle bir dost edinki...

 Baba ve oğul konuşuyorlarmış. Babası oğluna sormuş, "Senin kaç tane dostun var?" Oğlan cevap vermiş: "Ohooo yüzlerce..." Babası oğluna açıklamış. "Bak oğlum" demiş insanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak 1 ya da 2 tane dostu olabilir. Oğlu "Saçma." demiş. "Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim." "Öyle mi?" demiş babası. "O zaman gel, seninle bir test yapalım." Adam birkaç tane tavuk kesmis ve başka birkaç ıvır zıvırla birlikte bir çuvala doldurmuş. Çuvaldan kanlar akıyormuş. "Şimdi git" demiş "Bu çuvalı arkadaşlarına götür ve onlardan yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün." Çocuk çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış, arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış, başka arkadaşları bir daha onlarla konuşmalarını ...

Ayşe'nin notlarından

 Kral ve Örümcek… Eski krallardan birisi Çetin bir savaş sonrası düşmanına mağlup olmuş. Çok sevdiğim ülkesi düşman işgali altına girmiş. Kral çareyi kaçmakta bulmuş. Büyük bir ormanda şuursuzca koşmuş koşmuş… Nehirler geçmiş. Bir müddet sonra ormanın içinde küçük bir kulübeye rast gelmiş. Can havliyle kendisini atmış içeri… Issız bir ormanda ıssız bir kulübede yalnız başına kalakalmış öylece… Ne ordusu ,ne adamları hiç kimse yokmuş yanında her şeyin bittiğini bir daha ülkesine asla dönemeyeceğini düşünmeye başlamış. Bu anda kulübenin kapısından içeri giren örümceğe ilişmiş gözü… Örümcek yavaş yavaş süzülmüş içeriye ve doğruca kapının yanındaki duvara tırmanmaya başlamış. Örümcek kapının hizasındaki köşeye gelince birden karşı duvar atlamış ve hemen yere düşmüş. Örümcek yine başlamış tırmanmaya kapının hizasına geldiğinde yine aynı karşı duvar atlamış yine tutunamamış yine düşmüş. Böylece günlerce defalarca denemeler yapmış. Devrik kral acaba sonunda ne olacak örümcek neden karşı d...

Ayşe'nin notlarından

 Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu,geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak: "Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim. Hacıanne: "Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi. Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?" Hacıanne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmaz...